10 Haziran 2014 Salı

Kısa bir süreliğine Adanalıyık.

Hiç beklemediğiniz yerlerde, şehirlerde çok acayip mutlu olabiliyorsunuz bazen.

10 gün önce kadar bir Adana tatili yapmak zorunda kaldık. 'Zorunda' diyorum; çünkü iş sebebiyle yapılan her şey bir zorundalıktır sanırım. Neyse, tabii Adana aslen tatil için gitmek istediğimiz şehirler listesinde başlarda gelmiyordu. Gel gör ki, Adana bizi, biz Adana'yı çok sevdik, beklemediğimiz kadar da eğlendik.

Bir kere en güzel kısmı- herkesin tahmin edeceği üzere- Adana kebaptı. Benim gibi bir etçil için de kebap hayatın önemli unsurlarından biridir. Babamın üniversiteyi Çukurova'da okumuş olması, gün geldi bir avantaj olarak geri döndü ve bize gidilecek görülecek yerler, yenilecek kebaplar hakkında bilgiler verdi.

Kebap için herkesin farklı bir yer tercihi olabilir, ancak ben bizzat gidip görmüş biri olarak Onbaşılar'ı önereceğim size. Eğer normalde bir kebap severseniz, bunu yediğinizde kendinizi evrenin bambaşka bir yerinde hissedeceksiniz, valla öyle. Ayrıca manzara olarak da bence Adana'nın en güzel yerini kapmış kebapçımız.

İkinci olarak simitçilerde dahil her yerde bidonlarda satılan şalgamdı. Zaten onu da çok severim. İçtik de içtik. Kah rakıyla içtik kah rakısız içtik. Ama gerçek şalgamı da tatmış olduk. Burada içtiğimiz tüm kapalı şalgamlarda da bir dünya boya maddesi olduğunu ve tatlarının doğal şalgama benzemediğini not olarak ekleyeyim.

En ilginci hiç ciğer sevmeyen benim bile orada bayılarak ciğer yemem oldu. Pazar sabahı - özellikle Cumartesi akşamdan kalmalar için- Büyük Saat bölgesindeki tüm sokaklar seyyar ciğercilerle dolu oluyor. Bilirsiniz ki köftenin de sokakta yenileni makbuldür. İşte onun gibi ciğerin de en lezzetlisi bu sokaklarda yenilen küçücük masalarda oturup isterseniz kendi rakınızı götürebildiğiniz - Pazar saat 12:00 sularında rakı içenleri de gördük- bu ciğercilerde bulunuyormuş.

Yemeklerden sıra gelirse biraz şehri anlatayım. Bir kere şehir çok güzel olabilecekken bakımsızlığa mağdur olmuş bir şehir. Barajın kenarından yürürken "vay be nasıl güzel burası" diyorsunuz, ancak ne bir bakım var, ne adam gibi bir tesis var. Hiçbir şey yapmıyor sanırım bu Adana belediyesi. Yani gelip yatıyorlar. Halbuki bir çalışsalar neler neler olur oralarda, tam bir tatil beldesi olur Adana.

Baraj kenarı haricinde, Adana'nın Bağdat Caddesi olarak adlandırılan Ziyapaşa Bulvarı var. Gerçekten de Nortshield'ı Starbucks'tı, ismini duymadığımız bir sürü cix mekandı derken burası Bağdat Caddesi ile Nişantası arasında bir yer olmuş. Mağazalar, markalar da hemen kapmışlar buraları, alışveriş için her şey mümkün.

Yalnız en çok ilgimizi çeken şey hepi topu 2 gün, hatta 1 buçuk gün kalmış olmamıza rağmen gördüğümüz polis sayısı, ambulans sayısı ve olay sayısı oldu. Sanki her an olay çıkabilecek bir yer gibi geldi Adana bize, heyecanı macerası bol anlayacağınız.

Bilmiyorum zamanınız olur mu, olsa da Adana'ya gider misiniz; ancak bir gün yolunuz düşerse güzel vakit geçirebileceğinizden emin olabilirsiniz.

20 Mayıs 2014 Salı

ve sonra çıktı geldi.

Şu kalbim kadar beyaz sayfayı açıp açıp kapatıyorum aylardır. Buraya yazacak bir şey mi kalmamış, bende yazacak kalem mi kalmamış neden bilmem ama yazının yarısına kadar gelip "aman ya ne yazıyorum" deyip deyip kapatıyorum. Bu sefer yazıyı yarıda bırakmamak için yazı yazmamamla ilgili yazmak istedim.

Biraz nostalji olsun diye açtım okudum eski yazılarımı. Geçen sene, ondan önceki sene ve ondan da önceki sene. Şaka maka 2009'dan beri bir şeyler saklamışım şu bloğa. Çoğu da saçma, gereksiz şeyler. Ya da daha mı duygusalmışım o zaman acaba? Belki de düzgün giden bir iş hayatı, düzgün giden bir ilişkiye sahip olduğunuzda yazacak çok bir şey bulamıyor olabilirsiniz. Yani benim derdim bu olabilir, dert denirse.

Bilmiyorum ama, yine de okuyunca hatırladım nasıl aşklar yaşadığımı geçmişte. Hepsini de şiddetli yaşamış şiddetli anlatmışım. Şu an otur anlat deseniz aşkı böylesine anlatabilir miyim, emin değilim. Bu bir sorun ve saire değil sadece uzun süredir yaşıyor olmanın getirdiği bir sonuç, en azından ben böyle görüyorum ama bilemedim.

Belki bugünden itibaren biraz daha sık uğrarım buraya, belki yaza yaza eski duygusallığıma kavuşurum belli mi olur..

16 Şubat 2014 Pazar

senin yüzün, benim huzurum.

Git gide daha cok icime doluyor bu duygu. Dur demenin vakti coktan geçti artik. Ayaklarimiz yerden kesilmis bir kere, Yere inmek kolay degil geri. Aldigimiz nefesler kisin sogugunda tenimizi isitiyor. Karanlikla birlikte yok olmak istiyoruz. Sacina, sakalina suruyorum yuzumu, senin yuzun benim en huzurlu yerim. Kedi olurum bir anda elin saclarimdan inerken. Parmak uclarin sihirli gelir bana, her birinden ayri bir mucize...

Dudaklarinda sevgim, gozlerinde en yakin arkadasim, kahkahanda keyfim, gulumseyisinde huzurum.

26 Ocak 2014 Pazar

sebepsiz yere.

Seni öpmek için bir sebebe ihtiyacım yok benim.

Nasıl susadığımda doğal bir istekle gidip suyumu içiyorsam; iste seni de öyle öpebiliyor olmalıyım. Yani seni öpmek için herhangi bir sebebe ihtiyacım yok benim, sana susamış olmam yeterli.

Sana meraklı gözlerle heyecanlı bakışlarım boşuna değil, sevgilim. Çünkü sen benim için macera, benim için aşk, benim için heyecan demeksin.

Seni ilk tanıdığım gün, biliyordum bunların hepsini. Çünkü senin yüzündeki gülümseme bana bir hikaye anlatıyordu. Bana şu anki  gibi sarılacağını anlamıştım seninle tanıştığımız ilk gece, o masada yan yana otururken.Şansların, tesadüflerin birleştiği sihirli bir Haziran akşamı.

Ve yine sana sarılmak için sebebe ihtiyacım yok benim. Nasıl nefes alıyorsam sana işte öyle sarılıyorum; yaşam kaynağım.

Seni sevmek için ise; milyon tane sebebim var benim. Her biri birbirinden güzel, birbirinden değerli. Dillendirilemeyecek kadar özel.

Sen benim şansım, sen benim sevgilim. Ben seni iyi ki sevmişim.

1 Ocak 2014 Çarşamba

ikibinondört.

Yılın ilk gününden selam olsun hepinize. Her ne kadar yeni yıla bademciklerim şiş girmiş be yeni yılık il gününü de hasta hasta yatarak geçiriyor olsam da bu sene gerçekleştirmeye karar verdiğim pek çok hedefim var.

Sırf kendimi biraz daha gaza getirmek amacı ile oturdum yazdım bu yapmak istediklerimi. İspanyolca çalışmaktan, daha sağlıklı yaşamaya ve çok seyahat etmekten tasarruf yapmaya kadar uzanan 20 maddelik bir liste oluşturdum sonuç olarak. Yüksek lisansa başlamak, daha çok yürümek daha az içmek gibi gibi bir sürü yararlı maddelerle donattım listemi. Bakalım bu da bir iki aya sıkılıp bir kenara attığım kağıt parçalarından biri mi olacak, yoksa içlerinden bazılarını gerçekleştirmeyi başarabilecek miyim?

Açıkçası maddelerden bir tanesi de daha çok yazı yazmaktı ve sanırım o nedenle şu an buradayım. Kendine daha çok zaman ayırmak da bunlardan bir tanesi..

Neyse gel gelelim 2014'le beraber 24. yaşımızı yaşıyor olacağız ve artık gerçek yetişkinliğe doğru bir adım daha atmış olacağız. Bu sene olanları şöyle bir düşündüğümde hastalıkların yanı sıra çok mutluluklar da yaşadım. Ne siyah ne beyazdı geçen sene benim için, yine her türlü duyguyu tattırdı yaşadıklarımız. Aslında ikibinondört'ten sağlık dışında çok bir beklentim de yok gibi duruyor. Geri kalan her şey olduğu gibi kalabilir.

Geçen sene itibari ile evlenen arkadaş sayımız çoğalmaya başladı. Gencecik evlenip henüz mutlu evlilikler yaşayan insanlar görüyoruz çevremizde artık. Bir yandan insan bunu 'hayatın normal akışı' olarak görürken bir yandan da hepimiz bu yoldan gitmek zorunda da değiliz diyorum. Sanki evlilik ve saire gibi konular beni yaşlanmış hissettirecek gibi geliyor ve bu nedenle bir süre daha genç kızlığımı başı boş bir şekilde yaşıyor olmaktan mutluluk duyuyorum. Özel hayata dair konular bir süre daha kenarda beklesin ki ben eğitim, kariyer gibi diğer konulara eğilebileyim.

Marketing Communications okuma fikrim iyice güçlendi artık; yaptığım araştırmalar sonucu bu alanda okuyarak sonrasında çok seveceğim bir kariyer oluşturabilirmişim gibi hissediyorum. Şu anki Sourcing Manager Asistant'lık pozisyonumdan memnun bir şekilde hala işimi adam gibi öğrenmeye çalışıyorum. Ancak 1 yıl sonrasını ve daha ilerisini de şimdiden düşünmekte fayda var.

Bir de geçen sene hiç yurt dışı görmedim o nedenle, bu sene artık yurt dışına yeniden çıkmak istiyorum. Artık hangi ülke olduğu da çok fark etmez; ancak bol gezmeli tozmalı bol kültürlü bir de tabii ki aşklı bir sene olsun istiyoruz.

24 Kasım 2013 Pazar

bindokuzyüzyetmişler.

Duyusallığımı saklamadım hiçbir zaman. Zaten duygusallık pek saklanacak bir şey de değil, yani suratıma baktığınızda- eğer hassas bir konudan bahsediliyorsa- pek kolay anlayabilirsiniz o an nasıl bir duygu durum içerisinde olduğumu. Her türlü duygu durumunu dışarı yansıtan ben iş hayatının bu dikenli yollarında duygularımı nasıl bastırmam gerektiğini öğrenirken bazı bazı zor günler geçiriyordum.

Neyse, daha önemlisi ise bilmiyorum bu 24 yaşına girmiş olmanın getirdiği bir durum mu ama yaşlanmaya karşı olan büyük korkuların anne babalarımızın orta yaşların sonlarına doğru geldiklerini ve anneannelerimizin ise artık gerçekten yaşlı olduklarını fark etmem ile birlikte korkunç bir hal almaya başladı. Eski fotoğraflar çıkarılıp ananemin incecik ve gencecik hallerini gördüğümde boğazım düğüm düğüm oldu ve sırf onu da üzmemek için kendimi tuttum ve ağlamadım. Hayır bir de ağlasam ve anneannem bana dönüp "N'oldu kızım niye ağlıyorsun?" diye sorsa, ne diyecektim? "Anneanne sen yaşlanmışssın böhüü", ya da "Anneanne ne kadar güzelmişsin ne kadar zayıfmışsın ama artık yaşlı bir anneannesin ühüü" mü? Cevabını veremeyeceğim soruları sordurmamak için ağlamadım.

Annemle teyzemin üniversite bahçesinde çekilmiş genç kızlık fotoğraflarına bakıyorum. O zamanların trendi olan İspanyol paça pantolonlar, ama şaşırtacak derece modern kıyafetler görüyorum ve seviniyorum. Hatta o zamanki çoğu trendler şu an birebir aynı. Anneannemin annesinin ayağında birkenstock tarzı terlikler falan. Ha vatkalı gömlekleri, tuhaf tuhaf saçları görmezden gelmiyorum hatta gülüyorum da "amma komikmişsiniz anne ya" diye.

Sanırım  50 ya da 70 yaşlarımı gördüğümde (o kadar yaşar isem) kendi 20 li yaşlarımı nasıl özleyeceğimi şimdiden bilmek beni korkutuyor. "Biz kendi gençliğimizin kıymetini bilemedik," diyor teyzem. "Anlamadık gençliğin ne güzel bir şey olduğunu birden bire 50 yaşına geldik." Ben öyle olsun istemiyorum, aksine o yaşlara geldiğimde "güzel geçirdim gençliğimi, kıymetini bildim, çok şey yaptım" diyebilmek istiyorum.

Umarım gözlerimizin etrafında çizgiler oluştuğunda, kırışıklıklar ve beyaz saçlarla karşılaştığımda yaşlılığın bu belirtilerini hoşgörü ile karşılayabilecek olgunlukta olurum.

14 Kasım 2013 Perşembe

sadece hatırlamak ve duymak istiyorum.

"Kendini sevilmiyor gibi mi hissediyorsun yoksa?" dedi o muzır mavi gözlerini devirerek. Alınmış numarası yapıyordu karşımda.

"Hayır," dedim "sadece sevildiğimi zaman zaman hatırlamak ve duymak istiyorum". Ben böyleydim işte, tipik bir kadın olmanın göstergesi belki de.. Duymak isterdik biz sevildiğimizi, hangi insan istemez canım? Oysa biliyordum tabii ki beni sevdiğini, bana kızdığında bile gözlerinde görebiliyordum o sevgiyi. Unutuyordum sadece ve kendimi eksik hissediyordum öyle zamanlarda.

Oysa beni şımartmayı iyi biliyordu. Hatta fazla şımartıyor olabilirdi bile. Bazen bana küçük bir kız çocuğuymuşum gibi davranıyordu. Onun karşısında öyleydim aslında, genç ve ne yapacağını şaşırıp eli ayağı birbirine dolanan bir kız çocuğu. Her ne kadar beni şımartmasından büyük keyif duysam ve bazen bu oyuna dudak büzerek ya da kendimce şirinlikler yaparak ayak uydursam da beni küçük bir kız çocuğu olarak değil; aksine tam bir kadın olarak görmesini istiyordum. Sonuçta o benim için olgun, centilmen bir beyefendiydi.

Tüm bunlara rağmen çok zamanımız kalmadığını da biliyordum, o yüzden biraz da her günümüz dolu dolu geçsin istiyor, ayrılık vakti gelmeden daha sonra hatırlayıp gülebileceğimiz yeteri kadar anı biriktirelim istiyordum birbirimize. Belki telefonlaşır ya da modern hayata ayak uydururak mailleşir, mesajlaşır hatta görüşmeli konuşmalar yapardık ileride. Ama hiçbir zaman şu anki kadar yakın olamayacağımız aşikardı. Dostluğumuz devam edecek olsa da yan yana olamayacak olmak beni şimdiden hüzünlendiriyor ama düşünmemeye çalışıyordum.